18-03-2019
İki olay, aynı bakış açısı
2 Mart 2019 Cumartesi günü Gümülcine'de azınlık eğitimiyle ilgili bir etkinlik yapıldı. Uluslararası bir çalıştay ve konferans. Konu; Batı Trakya Türk Azınlığı'nın Eğitimi. Başlığı ise; "Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı Eğitimi'nde İki Dillilik ve Dünyadaki Farklı Yaklaşımlar."
Batı Trakya Türk Azınlığı'ndan özellikle eğitim alanından yetkililer, azınlık kuruluşlarının yöneticileri, Atina'da ve bölgemizde yaşayan ve azınlık eğitimiyle yakından ilgili olan Yunanlı akademisyenler, Türkiye'den akademisyenler, Avrupa'daki farklı azınlık topluluklarından temsilciler ve BM Azınlıklar Özel Raportörü etkinlikte konuşmacı olarak yer aldı.
Uluslararası çalıştay ve konferansı geçen haftaki sayımızda haber ve yorumlarla ayrıntılı bir şekilde ele aldık. Bu kez olayla bağlantılı fakat azınlık yaşamının farklı ve önemli bir sorunu ortaya çıkaran, yansıtan bir noktaya değinmek istiyorum. Gerek çalıştayda gerekse konferansta tüm konuşmacılar azınlıktan bahsederken genelliklle "Batı Trakya Türk Azınlığı"ndan bahsetti. Yani azınlığı olduğu gibi, yani azınlığın kendisini tanımladığı gibi tanımladı. Ancak bir istisna vardı.
Etkinliğe katılan Yunanlı akademisyenlerin tamamı, "Türk azınlık" demekten çekindi. Azınlığın milli kimliğini dile getirmedi. Genellikle "azınlık" demekle yetindiler. Sözkonusu akademisyenlerin tamamı devlet temsilcisi olmamasına rağmen devletin Batı Trakya'daki azınlık konusuna resmi söyleminin dışına çıkmadılar. Azınlığın milli kimlik bilinci ve azınlığın tanımlamasıyla ilgili olarak resmi devlet söyleminin ve dilinin aynısını kullandılar.
Bunları neden anlatıyorsun? Bu nereden aklına geldi? diye sorabilirsiniz. Tüm konferanstan sen bunu mu anladın? diye merak edenler de olabilir. Hemen izah edeyim. Hafta için yaşanan benzer bir olaydan ötürü aklıma geldi. Yunanlı politikacının, akademisyenin, gazetecinin azınlığa "Türk" dedi mi, demedi mi noktasına takılmıyorum. Saplantı da yapmıyorum. Fakat bir sorunu konuşurken, tartışırken, geçmişte yapılan bilinçli bilinçsiz yanışları, ihmalleri ve muhtemel çözüm önerilerini, eğitim sisteminin geleceğini konuşurken, bu sorunu yaşayan toplumu adlandırırken bile inkara dayanan resmi devlet politikasını takip etmenin ne kadar doğru olduğunu, çözüme hangi ölçüde katkı yapacağını düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Azınlığı tanımlarken bile azınlığın tercihlerine gereken saygıyı göstermemek, bilimselliğin de, akademisyen olmanın da gereği değildir.
Malum; Yunanistan ile Kuzey Makedonya arasında imzalanan ve yürürlüğe giren Prespa anlaşmasıyla birlikte tartışmalar dinmedi. Bu tartışma konularından biri de Yunanistan'da yaşayan Makedon azınlık ve onların talepleri. Sayıları hakkında kesin ve net bilgi olmasa da Yunaistan'ın kuzey bölgelerinde Makedonca dilini kullanan ve bu milli kimlik bilincine sahip insanlar var. Bu dili bildiğini gizleyen ve kendini Makedon olarak hissettiğini gizleyenler ise çok daha fazla. Ülkemizdeki Makedonlar tarafından kurulan ve onları temsil etme gayesini taşıyan Gökkuşağı Partisi son dönemde bazı girişimlerde bulundu. İlk olarak Eğitim Bakanlığı'ndan, Makedonca eğitimin okullara dahil edilmesi konusunu görüşmek üzere Eğitim Bakanından randevu istedi. Bunu kamuoyuna açıkladıktan sonra, Makedonca'nın kullanıldığı bölgelerdeki kiliselerde Makedonca ayin yapılabilmesi için Patrik Vartholomeos'a mektup yazdı. Devamında ise Selanik'teki Makedonya Üniversitesi'ne yazı göndererek üniversiteye bağlı bir bölümde Makedonca kürsüsünün açılmasını talep etti.
Bakan'dan veya Patrik'ten cevap gelip gelmediği henüz belli değil. Sözkonusu taleplerle ilgili olarak Yunanistan ulusal basınında çıkan tahrikkâr, ithamlarla dolu suçlayıcı haber ve yorumların dışında Makedonya Üniversitesi rektörünün bir televizyon kanalına açıklaması var. Ne diyor rektör? "Biz mektuba cevap vermeyeceğiz" diyor. "Bu talep deontoloji kurallarına aykırı" diyor. "Bu talebi yerine getirmeyeceğiz" diyor. "Sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler bize talepte bulunamaz" diyor. "Eğitim Bakanlığı'ndan bile böyle bir talep gelse deontolojik bulurduk" diyor. Yani kısaca söylemek gerekirse "bu iş olmaz" diyor, "boşuna heveslenmeyin" demeye getiriyor.
Özetle söylemek gerekirse; inkar ve "üzerini örtme" , "görmezden ve duymazdan gelme" politikası devam ediyor. Nasıl ki söz ve eylemlerle "Türk azınlık yoktur" deniyorsa, benzer bir şekilde "Makedon azınlık da yoktur" deniyor.
Ülkedeki azınlıklarla ilgili olarak sadece devletin değil, ülkemizdeki akademik çevrelerin de, daha demokratik bir yaklaşıma, insan ve azınlık hakları odaklı bakış açısına kavuşmaya acil olarak ihtiyacı olduğu çok açık.
18 Mart 2019 Pazartesi 18:27