07-11-2016
Batı Trakya, Arnavutluk ve çifte standart...
Batı Trakya Türk Azınlığı ile vatandaşı olduğu Yunanistan arasında en önemli sorunlardan biri azınlığın milli kimliğinin inkarı. Yunanistan devleti, Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu'nun milli kimliğini yani Türklüğünü bir türlü kabul etmiyor. Askeri Cunta yönetiminden sonra bu politikanın daha çok sabitleştiğini ve bir devlet politikası haline geldiğini söylemek mümkün. Bu "ret" politikası uyarınca azınlığın tarihi derneklerinin resmiyeti de elinden alındı. Ve bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları bile uygulanmıyor. Bu "devlet politikası"ndan vazgeçileceğine dair en ufak bir "demokratik" işaret dahi yok. İktidarda azınlığa karşı en ılımlı olduğunan inandığımız SİRİZA'nın olması da bunu değiştirmedi.
Azınlık sorunlarının temelinde devletin "Türk azınlığın" varlığını inkar etmesinin olduğunan inananlar çok. Yunanistan bu politikasını temelde Lozan Antlaşması'na dayandırıyor. "Lozan Antlaşması Trakya'da dini azınlık öngörüyor" diyen Yunan devleti, bir toplumdan "milli kimlik" hakkını alıyor. Çok garip ama gerçek bu.
Lozan Barış Antlaşması, Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu için elbette ki önemlidir. Zira Batı Trakya Türkleri bu anlaşmayla Yunanistan'a bırakılmıştır. Batı Trakya Türklerinin hukuki statüsünü belirleyen belki de en önemli anlaşmadır. Aynı zamanda azınlığımıza kendi kimliğini ve kütürünü koruması ve geliştirmesi için, haklarının korunması için bir çerçeve çizmiştir bu anlaşma. Azınlığın haklarını garanti altına almıştır bir anlamda. Tabii bu anlaşmaya uyulduğu takdirde. Lozan antlaşması aynı zamanda Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı'nın anavatanı Türkiye Cumhuriyeti ile arasındaki tarihi ve ailevi bağlara da hukuki bir boyut kazandırmıştır. Aynı durum İstanbul'daki Rum azınlık için de geçerlidir tabii ki.
Batı Trakya Türkü çok uzun yıllardan bu yana vatandaşı olduğu Yunanistan devleti tarafından hak gaspına uğruyor. Tüm bu yıllar boyunca Lozan antlaşması, Batı Trakya Türkünün adeta can simidi olmuştur. Azınlık ne zaman haklarını savunmak istese, örneğin azınlık eğitimi hakkını savunsa, Lozan antlaşmasına atıfta bulunmak adeta kural olmuştur. Ülkemiz Yunanistan'ın ise Lozan antlaşmasının azınlıklarla ilgili en çok "sevdiği" husus bu antlaşmaya göre Batı Trakya'daki azınlığın "dini" bir azınlık olmasıdır. Batı Trakya Türkü, ne zaman milli kimliğinden, yani Türklüğünden bahsetse, milli kimliğinin inkarını dile getirse, bu konuda mücadele etmek istese, Yunan devleti çıkar ve "Lozan antlaşması Trakya'da etnik azınlık değil, dini azınlık öngörüyor. Trakya'daki azınlık Türk azınlık değil, Müslüman azınlıktır" derdi. Bunun en son örneğini geride bıraktığımız 14 Mayıs Gümülcine'nin Yunanistan'a ilhak edilişinin yıldönümü törenlerine katılan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos'un konuşmasında gördük. Cumhurbaşkanı Pavlopulos Gümücline'deki konuşmasında "Lozan antlaşması Batı Trakya'da dini azınlık öngörüyor. Herkes bunu kabul etmek zorundadır" dedi.
Böylece bir antlaşma nedeniyle koskoca bir topluma "milli kimlik bilincine" sahip olma hakkının reddedildiği yorumuna ve anlayışına da şahit olduk. Uluslararası bir anlaşma, azınlığın çok doğal bir hakkının (yani milli kimliğinin ifade edilmesi) gasp edilmesi için asla bir sebep olamaz, olmamalı.
Yunanistan'ın son günlerde Lozan Antlaşması'na saygı konusundaki hassasiyetlerini gördükçe, azınlığımızın yıllarca haklarını korumak için bu antlaşmayı referans olarak göstermesini, yani Lozan antlaşmasına sarılmasını, bunun karşılığında ise Yunanistan'ın bu antlaşmaya daha çok "Bu antlaşma milli azınlık değil, dini azınlık öngörüyor" perspektifinden bakıyor olması akla geliyor.
Şunun da hatırlatılması gerekir. En azından Batı Trakya Türk Azınlığı'na mensup bir kişi olarak, Lozan antlaşmasının azınlık haklarını da garanti altına aldığını ancak Yunanistan'ın bunu yıllardır çok önemli ölçüde görmezden geldiğini ve azınlık haklarıyla ilgili olarak Lozan antlaşmasını birçok durumda ihlal ettiğini hatırlatmak isterim. Yani bu tür meselelerde çifte standarttan kaçınmak gerekir diye düşünüyorum.
Mesela; Arnavutluk'taki Rum azınlığın haklarını korumak için ülke olarak ciddi bir strateji geliştirmeye çalışırken, diplomatik girişimlerle bunun gereğini yaparken, Batı Trakya'daki azınlık meseleleri için "bizim içi meselemiz" veya "Batı Trakya'da herşey güllük gülistanlık" gibi bir yaklaşım çifte standardın takendisidir. Ve tabii ki inandırıcılıktan oldukça uzaktadır...
7 Kasım 2016 Pazartesi 15:06