04-05-2016
"Provokasyon" ve "Hak Gaspı"
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı, uluslararası anlaşmalardan doğan statüsünden dolayı tanınan "azınlık hakları"ndan bugüne kadar ne kadar yararlandı ve bu hakları ne kadar kullanabildi? Bu soruya verilecek en doğru yanıt; "Vatandaşı olduğumuz Yunanistan devleti izin verdiği kadar" şeklinde olsa gerek. Uluslararası hukuktan doğan "azınlık hakları"ndan yararlanma konusunda 90 yıllık azınlık tarihimizde iniş ve çıkışlar olsa da bu hakları azınlığın elinden alma politikasının daha ağır bastığını söylemek mümkün.
Özellikle 1967'deki askeri Cunta idaresiyle birlikte artan baskı, asimilasyon ve göçe zorlama politikaları 1980'lerde zirveye çıkınca azınlık demokratik hakkını kullanarak bunlara karşı etkin sayılabilecek bir mücadele verdi. O zamana kadar olmadığı şekilde uğradığı haksızlıkları dünya duyurdu. İnsan ve azınlık hakları örgütlerinin dikkatini çekti.
1980'lerin ikinci yarısında oluşturulan bağımsız listeler ve bağımsız milletvekillerinin seçilmesi uluslararası kamuoyunun ilgisini çekmişti. Tüm bunların sonucunda 1990'ların başlarında Kostas Miçotakis'in başbakanlığı döneminde azınlığa uygulanan baskı ve göçe zorlama politikası gevşetilmiş ve azınlığa basit vatandaşlık haklarının bir kısmı iade edilerek rahat bir nefes alması sağlanmıştır. İade edilen vatandaşlık haklarının başında gayri menkul alım satımı, işyeri açabilme, tamir ve inşaat izinleri çıkartabilme, traktör ve tarım aletlerini rahatça alabilme, izinlerini çıkartabilme gibi vatandaşın günlük yaşamını kolaylaştıran ve bir ülkenin vatandaşı olmaktan doğan haklar vardı. Böylece azınlık insanının doğup büyüdüğü bu topraklarda insan gibi yaşaması ve buradan göç etme zorunda hissetmesinin önüne geçildi. Bunda azınlığın mücadelesi ve kararlılığının önemi elbette ki yadsınamaz.
Ancak basit vatandaşlık haklarının iadesi hiçbir şekilde azınlık hakları alanında da iyileşme anlamına gelmedi. Azınlık eğitimi, milli kimlik, örgütlenme özgürlüğü, müftülük, vakıflar diye başlayan ve uzayan listede ciddi bir iyileşme kesinlikle olmadı. Bu konular halkın günlük yaşamını doğrudan ilgilendirmediği için de ciddi bir toplumsal baskı oluşmadı. Daha önce de yazdım. Azınlığın yıllarca çözüm bekleyen (sadece 'azınlık sorunları' değil) birikmiş sorunları var. Her iktidar değişikliğinde bu sorunların çözüme kavuşacağına dair tazelenen umutları da var. Birbuçuk yıl önce yaşanan ve ülke tarihinde belki bir dönüm noktası olan iktidar değişikliğinde de öyle oldu. Sol bir partinin söylemlerine sahip SİRİZA'nın iktidara gelmesi azınlıkta çok ciddi beklentiler yarattı. Ancak SİRİZA'nın iktidarı aşırı milliyetçi ve azınlığımıza çok da "demokratik" bir pencereden bakmayan ANEL ile ortaklık kurması azınlık açısından "handikap" oldu. Zaman geçtikçe bunun "handikap" olmanın ötesinde çok daha ciddi boyutlarda olduğu anlaşıldı.
Son günlerde Batı Trakya Türklerinin ilgilendiren ve peş peşe yaşanan olaylara şahit oluyoruz. Üst üste sıralasak bir hafta içinde birkaç olayın meydana geldiğini göreceğiz.
Bu olayların bir kısmı azınlık toplumunu hedef alan "provokatif eylemler". Bir kısmı ise açıkça azınlığa yönelik "hak gaspı"nı (okullarda Türkçe'nin kullanılmasını engelleme gibi) hedefleyen hareketler. Azınlık okulları, dernekleri ve son dönemde azınlık köyleri çeşitli provokatif eylemlere ve azınlığın demokratik haklarına yönelik hareket ve olaylara maruz kalıyor. Batı Trakya Türklerini hedef gösteren, tehlike ve tehdit gibi gören ve gösteren ve nihayetinde azınlığın aleyhine bir algı yaratan bir hareket sözkonusu.
Batı Trakya Türkleri kronikleşmiş sorunlarına çözüm beklerken, yoğun bir baskı görmeye başladı son dönemde. Azınlığı, kanunlara kurallara uymayan bunları ihlal eden bir topluluk olarak göstermek isteyen zihniyete, azınlığın uluslararası hukuktan doğan ve anayasal hakkı olan hakların neden iade edilmediğini sormak gerekir. Neden hala bu azınlığın kimliğinin ve kültürünün inkar edildiğini sormak gerekir. Neden yıllarca azınlığa yapılan ekonomik baskıların yarattığı uçurumun kapanması için bir şeyler yapılmadığını sormak gerekir. Neden azınlık köylerindeki (en azından dağlık bölgedeki köylerin) erkek nüfusunun yarısının yurtdışında sağlıksız işlerde çalışmak zorunda olduğunu ve ülkedeki en büyük işsizlik ve yoksulluk oranının neden azınlık köylerinde olduğunu sormak gerekmez mi?
Azınlık toplumu geçmişte şüphesiz ki çok daha zor dönemlerden geçti. Son dönemde yaşadığımız ve son derece olumsuz ve baskıcı bir ortamı çağrıştıran olayların haksız ve antidemokratik olduğunu, toplum olarak hem kendi ülkemize hem de dünyaya haykırmamız şart.
4 Mayıs 2016 Çarşamba 12:01