15-01-2021
İyiliklerin üzerini örtme sanatı ve Batı Trakya Türkleri
Batı Trakya Türkleri'nin yaşadığı ülkede "takdir" görmesi için, yaptıkları "hayır" işleri olunca hak ettikleri "teşekkürü" duymaları için ne yapmaları gerekir? Hiç düşündünüz mü? Bu ülkenin vatandaşları olarak, azınlığın devlet tarafından "kabullenme" ve "sahiplenme" katsayısı var mıdır? Bu katsayı çok mu alt seviyelerdedir? Devlet, yerel yönetim, kurum - kuruluşlar azınlık insanını "vatandaş" olarak, "yurttaş" olarak görür mü? Eğer görür ise, gereğini neden yapmaz?
Ne demek istediğimizi açalım. Malum "Korona Dönemini" yaşıyoruz. Geride bıraktığımız 2020 yılının ilk çeyreğinde başlayan bu olay, hayatımızı ciddi ölçüde etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. "Yeni dünya düzeni kuruluyor"dan tutun da "Aşıyla bize çip yerleştirecekler"e kadar uzanan iddia - inanış komplo teorileri ve tartışmalarının dışında, yitirdiğimiz insanlarımızla hatırlayacağımız bir dönemden geçiyoruz.
Salgının başında Batı Trakya Türklerine "salgını yayan" veya "gerekli önlemleri almayan" , "gerekli hassasiyeti göstermeyen" ve "bu işlerden anlamayan" muamelesi yapan çevrelere azınlık kurumlarıyla ve kişileriyle "gereken" cevabı verdi. Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu'nun kurumları, bilim insanları, dernekleri ve basını, devletin yapması gereken "bilgilendirmeyi" , "hassasiyet kazandırmayı" ve "farkındalık oluşturmayı" elinden geldiği kadarıyla yaptı ve önemli ölçüde de başardı.
Salgını bahane edip de Ramazan davulundan ve ezandan rahatsız olan ve "Paskalya yortumuzu gerektiği gibi yaşayamadık, öyleyse bunların da engellenmesi gerekir" zihniyetini yaşadık. Bu zihniyet aslında bize hiç de yabancı değil. Biz bunu günlük hayatın yanısıra, sosyal hayatın kademelerinde yaşadık ve yaşıyoruz.
Devamı da var.
Türk azınlık mensubu işadamları İskeçe hastanesine bağış yapıyor. Bağış "Korona döneminde" yapılıyor. 60 bin euroluk oksijen jeneratörü, Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği'nin koordinasyonunda İskeçeli Türk azınlık üyesi işadamları tarafından satın alınıyor. İskeçe belediyesine veriliyor. Belediye de bunu hastaneye veriyor. Bu konuyla ilgili olarak hazırlanan basın bülteninde bu insanlara teşekkür bile edilmiyor. Olayın aslı astarı Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği'nin açıklaması ve dernek başkanının paylaşımından sonra anlaşılıyor. Zira, kamuoyu oksijen jeneratörünün azınlık insanları tarafından satın alındığını bilmiyor bile.
Peki neden? Çünkü bu bağış gizlendi. Daha doğrusu bağışı yapan insanları birileri açıklamak istemedi. Yetkili kurumlar çıkıp da "İskeçeli azınlık işadamları 60 bin euroluk jeneratörü satın alıp hastaneye bağışladılar" diyerek "açık ve net" bir açıklama yapamadı! "Bu azınlık işadamlarına teşekkür ederiz" diyemedi. Diyemediği bir yana, olay anlaşılıp ortaya çıktından sonra bu işadamlarına teşekkür edileceğine bazı çevreler tarafından bu işadamlarımız "hedef" haline getirildi. Hatta haklarında garip garip iddialar türetildi.
Aslında dediğim gibi bu olay ne ilk ne de son. Bu yaklaşım hastalıklı bir anlayışın ürünü. Bizim de sık sık karşı karşıya kaldığımız bir durum. Bu hastalık; Batı Trakya Türklerinin yaptığı doğru işleri, hayırlı icraatları, toplum yararına olan çalışmaları, mümkün olduğunda gizlemeye, üstünü örtmeye yarayan bir davranış biçimini içeriyor. Yakın geçmişten bu tür örnekler vermek mümkün. Bundan birkaç yıl önce BTAYT derneği İskeçe şehir meydanında yardımlaşma kermesi düzenlemek istediğinde de aynı tutumla karşı karşıya kalmıştı. Birçok sivil toplum kuruluşu ve okulların etkinliklerine, faaliyetlerine, konserlerine açık olan şehir meydanı ne hikmetse azınlığa kapalı. Yine birkaç yıl önce ülkemizdeki göçmen sorunu zirve yaptığında, Batı Trakya Türklerinin yardım malzemesi için adeta seferber olduğu dönemde de basında, medyada bunu görmek mümkün değildi. Dahası var. Ekonomik krizin etkilerinin en yoğun olduğu dönemde tüm siyasilere yapılan saldırıları hatırlayacaksınız. İşte bu saldırılardan biri de bir 28 Ekim Ohi bayramında dönemin Cumhurbaşkanına yapılmıştı. DEB Partisi de yapılan bu saldırıyı Türkçe ve Yunanca açıklamalarla kınamıştı. Ne yerel basın, ne ulusal basın bu ve bunun gibi hareketleri görmedi ve görmüyor. En iyi ihtimalle "görürmüş gibi" yapıyor. Bu örnekleri inanın ki çoğaltmak mümkün. Ancak yormamak adına bunu yapmıyorum. Bakın en son olayda bile hastaneye yapılan oksijen jeneratörü bağışı değil de, bu işadamlarının hangi köyden olduğu, azınlık derneklerine veya DEB Partisine destek verip vermedikleri üzerinden "yaygara" yapmak tercih edildi. Üç - beş öğrenciye tablet bilgisayar veren azınlık dernekleri "takdir" görmeyi bırakın, "hedef" gösteriliyor, "saldırı" altına alınıyor.
Yani son olaylara bile baktığımız zaman "insaf" demekten başka bir şey diyemiyorsunuz. Ama dedik ya bu hastalık; azınlığın yaptığı iyi işlerin üzerini örtmek üzerine kodlanmış bir virüsle alakalı. Temel besin kaynağı da Türkofobi. Tedavisi ise demokrasiyi, hoşgörüyü, insan haklarını sadece kendin için değil aynı zamanda "öteki" için de istemekten geçiyor. Aksi takdirde bu musibetten kurtuluş yok!
Haa hazır Korona döneminden bahsediyoruz. Bakın bu hastalığın bir yan etkisi daha oldu. Biliyorsunuz ki; Kovid -19 adı verilen bu illet için bulunan en etkili aşıyı iki Türk bilim insanı buldu. Aileleri işçi olarak Almanya'ya giden, iki gurbetçi Türk tarafından bulunan aşıdan bahsediyorum. Uğur Şahin ve Özlem Türeci. Yaşadıkları ülke olan Almanya'nın Başbakanı tarafından özel olarak aranan, tebrik edilen, ödüllendirilen, birçok uluslararası yayın kuruluşu tarafından şimdiden "yılın insanları" olarak ilan edilen iki bilim insanı. Ha işte bu iki bilim insanı ülkemizde hakim olan bu "hastalıktan" dolayı pek fazla anılmadı. Üstünkörü birkaç haber dışında atıfta bulunulmadı. "Dünyayı iki Türk bilim insanı kurtaracak" şeklinde yayınlar beklemiyorduk tabii ki de (zaten bilim insanlarının kimlikleri değil, yaptıkları iyi işler ön plana çıkartılmalı) ama hak ettikleri ilgi, alakayı da esirgememek gerekirdi.
Dedik ya; iyiliklerin üzerini örtme sanatı diye bir şey var. Yaşadığımız bu zor dönemde bunu iyice anladık.
Ne diyelim. Her türlü hastalığa karşı Allah şifa versin...