03-03-2020
Başbakanın ziyareti üzerine...
Başbakan Kiriakos Miçotakis, iki günlük bir ziyaret için Batı Trakya'daydı. Ziyaretine Rodop ilinden başlayan Başbakan, Rodop İli Esnaf ve Sanatkarlar Odası'nın ev sahipliğinde bölgedeki meslek odaları, sendika, tarım kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldi; sorun ve talepleri dinledi.
Tahmin edeceğiniz gibi bu toplantıda ne azınlık kurumlarından bir temsilci vardı, ne de azınlık sorunları ve talepleri dile getirildi.
Bölgenin temsilcilerini dikkatle dinledikten sonra bir konuşma yapan Miçotakis, bölgedeki Müslüman ve Hristiyanların barış ve uyum içinde yaşadığını ve bunun örnek teşkil ettiğini söylemekle yetindi. Azınlığın haklarının ve statüsünün Lozan Antlaşması ve Yunanistan yasalarında açıkça belirtildiğini yineledi.
Oysa ki "azınlık konusuyla kişisel olarak ilgilendiğini" savunan bir başbakandan, sorun ve talepleri dinledikten sonra yaptığı konuşmada, "Gerçekçi talepler dinledim. Ama bazı önemli eksikler vardı. Bu bölgenin nüfus oranının yarıdan fazlasını oluşturan azınlık insanının sorunlarını ve taleplerini de dinlemek isterdim." demesini beklerdim.
Hatta söz konusu toplantıyı organize eden kurum temsilcilerine, azınlıktan neden temsilci olmadığını sorardım. Azınlığın mı böyle bir toplantıya ilgi göstermediğini, yoksa davet mi edilmediğini merak ederdim.
Bir ülke başbakanının tüm vatandaşlarına eşit mesafede yaklaşması, çağdaş ve demokratik devlet anlayışının bir gereği.
Bu denli olağan bir davranış şekli bize ne kadar yabancı geliyor değil mi? Rüyalar kadar gerçek dışı...
Evet, ne söz konusu toplantıyı organize edenler, ne de Başbakan Miçotakis böyle bir eksikliğin farkına vardı ya da bu eksiklikten rahatsızlık duydu.
İşte bu azınlığın dışlandığının, kenara itildiğinin, dikkate alınmadığının en güzel örneği. Bu, ayrımcılığın ta kendisi.
Ne yazık ki azınlıktan koronavirüsten korkar gibi korkuluyor. Aman bir araya gelmeyelim... Aman bizden uzak dursunlar... Hani utanmasalar karantina bölgesine alacaklar bizleri...
Bir korku imparatorluğu yaratmak, bu korku imparatorluğu ile kitleleri etkilemek ve yönetmek yeni düzenin bir parçası olsa gerek.
Koronavirüs durumunda da bunu görmüyor muyuz? Evet, bir salgınla karşı karşıyayız. Ama böyle bir salgın dünyada ilk kez yaşanıyormuş gibi bir algı yaratmanın da bir alemi yok değil mi? Gripten her yıl 50 binin üzerinde insan hayatını kaybediyor. Normal gripten ölenlerin sayısı, koronavirüs nedeniyle ölenlerden 60 kat fazla.
Afrika'da her yıl 150 bin insan "entamoeba histolytica" isimli bir parazit nedeniyle hayatını kaybediyor. Yine Afrika'da 150 bin çocuk "giardiya" parazitinin neden olduğu emilim bozukluğundan ölüyor. Dünyada sıtmadan ölenlerin sayısı yılda 300 bini aşıyor. Milyonlarca insan sigaradan ölüyor.
Geçen yıllarda yine benzer paniklere neden olan kuş gribi, domuz gribi, SARS, MERS'ten ölenlerin sayısı 10 bin bile değil.
Korku imparatorluklarını yıkmadığınız sürece, o korkuların güdümünde kalırsınız. Algı operasyonları, gerçekleri görmenizin önündeki engellerdir.
Yeniden azınlık konusuna dönecek olursak... Azınlığı bir tür salgın hastalık gibi göstermenin, milli tehlike olarak algı yaratmanın ve nihayetinde onu dışlamanın ne ülkemize, ne bölgemize bir faydası olmuştur ve olacaktır.
Azınlık insanı her zaman vatandaş olarak sorumluluklarını yerine getirdi; hak arama mücadelesinde hukuk çerçevesinin asla dışına çıkmadı.
Bu nedenle vatandaş olarak fırsat eşitliğine sahip olması, yasalar ve uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş haklarını kullanabilmesi onun en doğal hakkıdır.
Azınlığın tek isteği budur. Yani bu ülkenin insanı gibi algılanmak ve üvey evlat muamelesi görmemek...