Anasayfa
31-03-2015
GARİP BİR YOLCU GİBİ OLMAK
Garip, ancak ihtiyacı olduğu kadar mala sahip olandır. Yolcu ise ancak ihtiyaç duyacağı kadarını sırtlanmıştır. Demek ki bu dünya hayatı, mal hırsına düşmeye ya da gelip geçici sıkıntılar için dertlenmeye değecek kadar mühim ve uzun değildir. Hem "Kim gam ve tasalarını bire indirir ve sadece ahiret tasasına gönlünde yer verirse onun dünyevi gamlarını Allah yok eder" gerçeğini de unutmamak gerekir. O halde; sahibimiz olan Mevla'ya güvenmeli, kendimizi O'na teslim etmeli, dünyanın olaylarını da, bir otobüsün camından seyrettiğimiz manzara misali bilmek gerekli...

Dünya aldatıcı güzelliklerle doludur. Hepimizin inandığı bu gerçeğe rağmen, çabucak geçip giden dünya hayatına kendimizi kaptırıyoruz çoğu zaman. Nefsin zaaflarına uygun senaryolar diziliverir insanın önüne... Gündelik meşgaleler, yarına dair hesap ve hayaller... Bazen ihtiras, daha iyi olma kaygısı... Bazen bütün ruhumuzu kuşatan ve mahkum eden benlik duygusu... Dünyaya özgü endişeler... Mesela, nefis mala düşkündür. Biriktirir, üst üste yığar, istifler. Biraz daha, biraz daha derken paranın ve gücün esiri oluverir insan... Ardından makam, mevki, şan, şöhret, ün sahibi olmak, bir topluluğa lider olmak gelir... Dünya hayatında aldanılan bir başka zafiyet de; güçlü olmak, her mevzuda muktedir olmak, bilinmek, tanınmak olsa gerek... Bütün bunlar bizi bize ve kardeşlerimize yabancılaştırıyor, kalabalıklar içerisinde yalnızlaştırıyor. Yaratılış ve dünyaya gönderiliş gayesinden bizi uzaklaştırıyor. Bu gayeden uzaklaştıkça hem kendimize hem insanlığa hem de Yaratan'a karşı sorumluluklarımızı unutuyoruz. Oysa, Yüce Rabbimiz, "Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma..." (Kasas, 28/77) buyurur ve iki alemin de gereğini yapmamızı ister. "Dünyada kimsesiz bir garip yahut bir yolcu gibi ol!" (Buhârî, Rikâk, 3) nasihati ile Efendimiz (s.a.s) de asıl hedefin bâkî hayat olduğunu dile getirir. Dünyanın, ahirete uzanan zorlu ve sonlu bir yol olduğunu hatırlatır. İnsanın, yoldaki işaretlere riayetiyle ahiret yurdundaki konumunu kendisinin belirleyeceğini vurgular. Buna göre girdiğimiz yol bizi ya huzura ya da hüzne götürür. Tercih bizimdir.

Kulluğumuzu ihlasla yoğurarak bu dünyayı geçip gidilecek, terkedilecek bir yol olarak değerlendirmeli ve bu yolculuğa ne kadar değer biçtiğimizi düşünmeliyiz. Çünkü çoğu zaman dünyevi uğraşılar ibadetlerimize engel oluyor ya da ihlasla Rabbimize yönelmemize set çekiyor. Buna izin vermemeliyiz. Meselâ Allah'a olan imanın alameti olan en önemli ibadet, ihlasla namaz kılmaktır. Namaz bizi ihtirasla dünyaya bağlanmaktan korur ve Rabbimize karşı sorumluluklarımızı hatırlatır. Böylece yaratılış ve dünyaya gönderiliş gayemizi de unutturmaz.
İnsanın dünyevi sevgileri ile adeta gözleri kör olur, düşünemez, tartıp ölçemez hale gelir. Bu sarhoşluk içerisinde iken gerçekleri yakalayıp fark edebilmesi mümkün değildir. O halde gelip geçici, bizi sadece hüsrana uğratacak olan şeyleri bir kenara iterek esas hayatımıza, ahiret yurdumuza yönelmeli ve oradaki mutluluğumuz için çalışmalıyız.

Şunu unutmayalım; cennet, tohumunu bu dünyada ektiğimiz bir bahçe, cehennem de ateşini bu dünyadan götürdüğümüz bir yangın yeridir. Rahmet Elçisi Efendimiz (s.a.s), ömrünü bu yangın ile müminlerin arasına perde yapmıştır. Onun hayatı Allah'a kul olmanın, ahlakın, sadakatin, insanca yaşamın ve ebedi mutluluğa ulaşmanın anahtarıdır. Onun bizzat yaşantısı bize örnek olmakla birlikte sözleri de gerçek bir mümin olabilmenin hazine ve şifrelerini taşır.

Ne mutlu Kutlu Elçinin izinden gidenlere! Ne mutlu yaratılış hikmetine sarılarak Mevla'nın rızasına ulaşanlara!

31 Mart 2015 Salı 22:39