05-01-2022
"Sevgili İzmir" ve düşündürdükleri...
Yunanistan'da "Sevgili İzmir" (ΣμÏρνέ· μου αέ³αÏ€έ·μένέ·) filmi 23 Aralık Perşembe günü sinemalarda gösterime girdi. Fakat Yunanistan tarihinde en yüksek bütçeye sahip olan film, daha gösterime girmeden tepkilere de neden oldu.
Yunanistan'da "Sevgili İzmir" (ΣμÏρνέ· μου αέ³αÏ€έ·μένέ·) filmi 23 Aralık Perşembe günü sinemalarda gösterime girdi. Fakat Yunanistan tarihinde en yüksek bütçeye sahip olan film, daha gösterime girmeden tepkilere de neden oldu.
Filmin galası 14 Aralık'ta Atina'da yapıldı. Grigoris Karantinakis’in yönettiği ve Mimi Dennisi’nin senaryosunu yazdığı film Midilli, Sakız Adası, Atina, Pire ve Faliro’da çekildi.
Film; yaşlı bir kadının Suriyeli mültecileri desteklemek için torunuyla birlikte Midilli’ye göçmen kampına gitmesini ele alıyor. Film
burada başlıyor başlamasına ama hızlıca çok başka yerlere gidiyor. Filmin son yıllarda tüm dünyayı etkileyen göçmen ve mülteci sorununu ele aldığı izlenimine kapılanlar birkaç dakika içinde yanıldıklarını anlıyor. Filmde yaşlı kadın torununa bir anı defteri veriyor ve bu anı defteri ile 1922 yılında İzmir'de yaşanan olaylara geçiliyor. Ve film "Bu Türkler bize neler etti" formatına bürünüyor. Filmde bugün mültecilerin yaşadıkları, birden bire Türklerin İzmir'de Yunanlılara "yaşattıklarıyla" özdeşleştiriliyor. Nasıl bir ilgi kuruluyorsa?
Bilindiği üzere Yunanlılar 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir'e çıkmışlardı. İtilaf donanması desteğinde hareket eden Yunan birliklerinin Anadolu'da yaptığı mezalim uluslararası raporlara da konu olmuştu. Yunan ordusunun Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Afyon’a kadar Batı Anadolu’nun büyük bir bölümünün işgalinde yaptıklarını birçok kaynakta bulmak mümkün.
Ama filmde Yunan askerlerinin Anadolu işgali esnasında ve savunma hatları kırıldıktan sonra Yunan ordusunun kaçışı sırasında Türk halkına yapılan zulümlerden kesitlere hiç yer verilmiyor. Oysa ki bunlar hem Türk hem de Yunan tarihçilerin belgelerle hemfikir olduğu noktalar. Bu da filmin tek taraflı bakış açısıyla çekildiğini açıkça ortaya koyuyor.
Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Kaymakçı filmle ilgili yaptığı açıklamada, "Filmin yönetmenine, bu filmi izleyeceklere, başka belgelere gereksinme yok, öncelikle Yunan araştırmacı yazar-gazeteci Tasos Kostopulos'un '1912-1922 Savaş ve Etnik Temizlik' adlı kitabını anımsatmak isteriz. Kitapta Yunan askerinin Anadolu'da işlediği cinayetler ve barbarlıklar, tanıkların ifadeleri ve belgelerle kaleme alınmıştır.
Özetle, Yunan ordularının işgal sırasında yaptıkları her türlü mezalimi saklamak ve örtmek için suçu Türklere aktarmak ve de aynı zamanda tarihi saptırmak doğru değildir. 'Sevgili İzmir' filminin, iki ülke arasındaki dostluğa değil, düşmanlığa hizmet ettiğini ve Yunan halkını gerçeklikten uzaklaştırmaya yöneltmek amacıyla çevrildiğini belirtmek isteriz." ifadelerini kullandı.
Yunanistan sinema tarihinin en yüksek bütçeli filminde tarihi gerçeklerin saptırılması, tüm yanlarıyla ortaya konmaması, bazı olayların görmezden gelinmesi bir art niyet göstergesi olarak algılanıyor.
Yapımcılar tarafından filmin amacının günümüzdeki göçmen krizine dikkat çekmek olduğu belirtilse de, "görünen köy kılavuz istemiyor".
Filmin amacı göçmen sorununu objektif bir şekilde ele almak olsaydı, "geri itmeler", yıllarca bir utanç abidesi olarak aktif olan Kuzey Makedonya sınırındaki "İdomeni Kampı"nı veya Midilli'deki "Voria Kampı" görmezden gelinemezdi.
Göçmenlere yardım etmek isteyen kadının Midilli'ye gelmesiyle başlayan, devamında "100 yıl önce Türkler bize neler çektirdi" konseptiyle örülmüş bir filmle gerçekte ne yapılmak istenmiş olabilir? Yunan halkının göçmen karşıtlığı mı törpülenmek istenmiş, yoksa Yunan halkında zaten oldukça yüksek seviyelerde seyreden "Türk düşmanlığı" mı daha da kışkırtılmak istenmiş?
Yunanistan'a göre "Küçük Asya felaketi", Türklere göre "Kurtuluş Savaşı" anlatılacaksa, 100 yıl önce emperyalist güçlerin gaza getirmesiyle başlayan ve neticede her iki tarafa acı veren tarihi olayları objektif bir şekilde ele alabilmek en güzeli. "Onlar bize neler yaptı"nın yanı sıra "Biz nelere sebebiyet verdik" sorusuna eşzamanlı yanıt aranmalı.
Tabi amaç tarihten ders almak ise bu geçerli. Geçmişe saplanmanın ve geçmişi kendi algımıza, çıkarlarımıza göre yorumlamak ve aktarmanın hiç kimseye faydası olmaz. İşte bu çıkmazları, kalıpları yıkmak da bir yerde sanatın, sanatçının işi. Yoksa "nabza göre şerbet" vermek, insanların en hassas olduğu milliyetçi duygularını sömürerek, sinir uçlarını uyararak sanat yapmak en kolayı.
Acılarla dolu tarihin tekerrür etmesini istemiyorsak tarihten ders çıkarmalıyız...